21 Mart 2019 Perşembe

Kaliningrad



Rusya'da yaşamış herkesin gitmek isteyip de hep ertelediği, erteledikçe de unuttuğu şehir Kaliningrad eski adıyla Königsberg.. Prusya krallığına başkentlik yapmış, onlarca yıl Almanlar tarafından hükmedilmiş, ikinci dünya savaşı sonrasında Rusların eline geçmiş şehir..

Şehrin Rusya'ya kara sınırı yok. Litvanya, Polonya ve Baltık denizi arasında kalmış mini minnoş bir bölge.

Yine seyahate çıkmam anlık bir kararla oldu. İş gezisi için Kaliningrad'a gitmeyi düşünen Yiğit'in yanımda uçak bileti bakmasıyla başlayıp, ''aaa ben de gitmeyi planlıyordum'' demem ve akabinde onun vazgeçip benim gitmemle sonuçlandı. 4-5 gün sonrası için Moskova-Kaliningrad biletimi aldım. Kaliningrad'a giderken hiçbir şekilde plan yapmadım. Havaalanından şehir merkezine nasıl geçeceğimi dahi düşünmedim. Ne görmem gerektiği sadece daha önce okuduklarımdan aklımda kalanlardı. Onlar da aslında fazlaca yetersizmiş. Gezdikçe anladım. Hatta son güne kadar kalacağım yerin rezervasyonunu bile yapmadım. Gezerken bana eşlik etmeleri için Couchsurfing'ten bir kaç kişiyle buluşmak üzere sözleştim. Türk, Türk'ü Kaliningrad'da bulurmuş. Kaldığım üç gün boyunca elinden geldiğince bölgenin tüm güzelliklerini görmemde yardımcı olan bir arkadaş edinmiş oldum. Sanırım Kaliningrad'ın en büyük artısı gelecekte de devam etmesini isteyeceğim bir arkadaşlık kurmuş olmamdı.

Kaliningrad'ın belki de en hoş özelliği Rusya'dan farklı bir ülkeye gitmiş gibi hissetmenize rağmen aslında Rusya'da olmanız olsa gerek. Moskova'da kullandığım hattı kullanmaya devam ettim. Sberbank her yerdeydi.Yandextaxi uygulaması her zaman olduğu gibi hayat kurtarıcıydı. Şehir merkezine gidip hostele yerleştikten hemen sonra ne kadar merkezi bir konum seçtiğime kendim de şaşırdım. Hostelin dört bir yanında, yan yana alışveriş merkezleri.. gri olmasına rağmen kendini sevdirebilmesi.. Ankaravari bir şehirdi yani..

Kaliningrad'a varmam akşam saatlerini bulduğu için hostele yerleşir yerleşmez bir keşif turuna çıkıp nerede olduğumu bilmeden, sadece tabelalara bakarak yol bulmaya çalıştım. İmmanual Kant’ın anıt mezarının da bulunduğu Kant adasına(Остров Канта) diğer bir adıyla (Кнайпхов) Kneiphof'a ardından da (рыбная деревня) balıkçı kasabasına yol aldık.







Bir sonraki gün Zelenogradsk kasabasına doğru yol aldık. Bizim banliyö trenlerimizin karşılığı olan elektriçka diye adlandırılan trenle yarım saatten kısa bir sürede Kaliningrad'dan Zelenogradsk'a vardık. Rusya'da demiryoluyla ulaşım otobüsten daha ucuz ve daha rahat oluyor.

Zelenogradsk küçücük bir kasaba. Baltık denizinin kıyısında olmasından dolayı da fazlaca soğuk. Dünya Kupası maçlarının oynandığı tüm Rusya şehirlerinde olduğu gibi Kaliningrad bölgesinde de bir çok düzenlemeye gidilmiş. Şehirde kötü ve eski olan her şey yenilenmiş.



Yaşayan sokakları var Zelenogradsk'ın.. Büyüklü küçüklü bir çok heykel, duvar resimleri..






Ve tabii ki en küçük kasabada bile olan sönmeyen ateş..




Kasabayı turlayıp deniz kenarında uzunca bir yürüyüş yaptıktan sonra Baltık denizinden Litvanya sınırına doğru yol almak üzere bir taksiciyle anlaştık. Kış olduğu için çok fazla tur olmadığını söyledi taksicimiz. Neyseki taksicimiz sezon zamanlarında tur rehberi olduğu için çokça yardımcı oldu bize. 



Kogan Dili (Куршская Коса) Milli Parkı





Önceliğimiz Litvanya sınırına en yakın yere gitmek. Dönüşte de gezilecek yerlerde mola vermek. Kogan dilinin 48. kilometresi Litvanya sınırı. Sınıra en yakın yer lebed gölü ama 1-2 ay önce meydana gelen bir fırtınadan dolayı oraya gidemiyoruz. 43. kilometreye kadar gidip Efa tepesine çıkıyoruz. Efa denizden yaklaşık 40 metre yükseklikte. Bir kaç fotoğraf çekene kadar donuyoruz. Efa’dan hem deniz hem de lagün görülebiliyor.







Deniz kıyısına inip orda da biraz dolaştıktan sonra dans eden ormana doğru yola çıkıyoruz. Dans eden orman 37.kilometrede.
1961 yılında bölgedeki kumu sağlamlaştırmak için dikilmiş ağaçlardan oluşan bu orman hakkında onlarca hikaye anlatılıyor. 
Bunlardan bir kaç tanesini yazayım buraya.. 
Bölge ikinci dünya savaşı öncesi Almanlar tarafından planör okulu olarak kullanılıyormuş. Bölgede kullanılmış bir gazın buna etki etmiş olma ihtimali rivayetlerden bir tanesi. 
Diğer bir rivayete göre ağaçların -rhyacionia buoliana- kelebeğinin tırtılları tarafından zarar gördüğünü ve bu yüzden böyle tuhaf şekiller aldığını öne sürülüyormuş. 
Doğaüstü bir rivayet de bu bölgede iyi ve kötü güçlerin çarpışmasından dolayı ağaçların şekil değiştirmesiyle ilgili.. 
Bir de tanrının gücünü kanıtlama çabasıyla ilgili bir rivayet de var..
























Taksici bunlar gibi bir sürü rivayet saymaya devam ediyor. Sadece bu bölgedeki ağaçların şeklinde o garip değişim olmuş. Ormanda yürümeye devam ettiğimizde geri kalanlarının çok da normal olması durumu daha da ilginç hale getiriyor.





31. kilometrede Müller tepesine çıkmak için taksiden inince minnoş bir tilkiyle karşılaştık. İnsanlar tarafından beslenmeye alıştığı için kaçmadı bile ama bir süre sonra yanımızda yemek olmadığını anlayıp uzaklaştı. 





Kogan dili hangi mevsimde gidilirse gidilsin rüzgârlı ve soğuk oluyormuş. Dikkatli olmak gerekiyor. Bölgenin en yüksek noktası burası, denizden yüksekliği yaklaşık 45 metre.



Taksiyle Zelenogradsk'a dönmek çok uzun geliyor. Bir de üzerine elektriçkayı kaçırmak ve Kaliningrad'a otobüsle dönmek zorunda kalmak.. Hayat bazen çok zor..


Ertesi günün planı Svetlogorsk'a gitmek. Ama bu yorgunlukla namümkün. Onun yerine Kaliningrad'ın merkezinde gitmeyi çok istediğim Kehribar müzesiyle güne başladım. Kehribardan yapılmış takılar, aksesuarlar, aynalar, ve hatta tablolar.. Her yerde kehribar! Renk renk, çeşit çeşit kehribar.. 













Daha öncelerde Kaliningrad'a gitmek isteme sebeplerimden bir tanesi de kehribara olan sevgimmiş galiba.. 
Bir satıcıya 'gerçek kehribar mı?' diye sorduğunuzda alacağınız cevap küçük bir küçümsemeyle karışık 'burada sahtesini bulabileceğinizi mi sanıyorsunuz' oluyor. 
Çünkü dünya üzerindeki rezervlerin 90% ı Kaliningrad'da!

Şehrin etrafını çevreleyen toplamda 17 tane kale, kule, ve şehir kapısı var.
 Çeşitli müzeler olarak hizmetteler. Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi Kral kapısı.







Görülmesi gereken diğer bir müze de Dünya Okyanus müzesi.. 
Çeşitli amaçlarla kullanılan gemiler ve bir Rus denizaltı Pregel Nehri’ne demirlenmiş..












Tabii ki katedralin içindeki Kant müzesine girmesek olmazdı. 
Adanın eski halini gösteren bir maketle karşılaşıyoruz.
1944 yılına kadar adada 28 cadde, tramvaylar, 304 ev, 1 belediye binası ve 1 katedral varmış. 
1944 ağustosunda yapılan bombardıman sonucunda neredeyse tamamen yok edilmiş. Günümüzdeyse ada şehrin en gözde dinlenme yeri olarak varlığını sürdürüyor.






Merdivenler çıkmakla bitmiyor.. Kulenin en üst katına ulaştığımda Alman felsefesinin kurucularından kabul edilen adamın 160 boyunda minnoş bir adam olduğu gibi gereksiz bir bilgiye ulaşmış oluyorum.






Gereksiz bilgi demişken şuraya da königsberg köprüleri sorusunu da bırakayım. 
Ada, anakaraya beş köprü ile bağlı. Toplamda, Pregel nehri üzerinde yedi köprü var.
Rivayetlerden birine göre Kant ''tüm bu köprülerden en fazla bir kere geçmek şartıyla başlangıç noktasına geri dönmek mümkün mü?'' sorusunu ortaya atmış.
Pek çok kişi bu soruyu hem pratik hem de teorik olarak çözmeye çalışmış. 
Euler'e kadar kimse bunun imkansız olduğunu kanıtlayamamış. 
Hala kullanılan graf teorisinin yada diğer bir adıyla çizge kuramının temeli bu şekilde atılmış.





Son günümü de eski şehirde geçirdim. Akşama Moskova'ya dönüş var. Moskova'da insanlar ne kadar hayata yetişmeye çalışıyorsa, Kaliningrad'daki insanlar da bir o kadar yavaş ve sakin. İnsanlar sağanak yağmur altında bile koşuşturmadan sakince, acelesizce yürümelerini sürdürüyorlar.

Öncelikle hostelin karşı caddesinde bulunan Zafer Meydanı'nı geçip hayvanat bahçesine doğru yol alıyorum. Normalde hayvanat bahçelerine karşı tutumum nettir, gitmem. 1896 yılında bu hayvanat bahçesi açıldığında 262 türden 893 canlıya ev sahipliği yapıyormuş. Sonrasında savaşlar, tahripler.. ve en son günümüzdeki halini almış 302 türden 2360 canlı esir tutuluyor. 

İmmanuel Kant Baltic Federal Üniversitesi'ne gittiğimdeyse ; 



okulun bahçesindeki sığınakları görmek gerçekten bana ilginç geldi.  





Sonrası yemek, havaalanı..

Aslında Kaliningrad'a aklımda kalmasın, gitmedim demeyeyim diye gitmiştim ama 
Kırım dahil Rus toprakları içerisinde beni en çok etkileyen bölge Kaliningrad oldu.

Neleri yanlış yaptığıma gelinceyse..

  • Aslında son günüm epeyce boş geçti. 3 gün 2 gece Kaliningrad gezisi için yeterliydi benim için. 
  • Kaliningrad'a kesinlikle çok daha güzel bir havada gitmeliydim.
  • Kogan dilinde yapılan bisiklet yolunun bitmesini bekleyip gitmeliydim. Ölmeden önce yapılması gereken listeme Polonya'dan Litvanya'ya bisikletle geçmeyi ekledim.
  • Tekrar Pobeda'yla uçmak mı? Asla!..




14 Mayıs 2018 Pazartesi

Çernobil

Çernobil, adını <çernobilnik>kelimesinden yani misk otundan almış.. Tabii dünyanın Çernobil ismiyle tanışması bu kadar masum olmamış. Çernobil kendini 1986 yılı nisan ayının son günlerinde,  SSCB henüz dağılmamışken, dönemin en gözde nükleer santrallerinden birisi olan Çernobil’de meydana gelen patlamayla değil, radyasyon bulutlarının SSCB sınırlarını terk etmesiyle dünyaya duyurmuş. Aslında patlama tarihi 26 Nisan 1986 olmasına rağmen SSCB’nin soğuk savaş dönemindeki politikaları gereği saklayabildikleri süre boyunca saklamış bu kazayı. Kazadan öte ihmal demek belki daha yerinde de olabilir. 

Reaktörler belli zaman aralıklarında standart bakıma alınır ve bakım süresince de reaktör devre dışı bırakılır. Reaktörün çalışmadığı süreçte ekipmanların geliştirilmesine yönelik standart ve standart olmayan durumlarda testleri yapılır. Bu bakım sürecinde RBMK tipi reaktörlerin daha önce çalışmadığı bir rejimde turbo jeneratörünün bi parçası test edilmiş.1982 de yapılan ilk test, gerilimin hesaplanandan daha hızlı düşmesiyle sonuçlanmış. Tek sonuç alınan test de bu olmuş.Ne yazık ki daha sonra 1983, 1984 ve 1985 yıllarında yapılan testlerde farklı nedenlerden ötürü testler sonuçsuz kalmış. 1986 yılında muhtemelen deneyin son üç senede başarısız olmasının da etkisiyle, baş mühendis yardımcısı Anatoly Dyatlov (ki kendisi benim hala eğitim gördüğüm üniversiteden otomasyon ve elektronik alanında fizik mühendisi olarak mezun olmuş) deneyi bir sonuca bağlamak için fazlaca uğraş vermiş. Kendisini uyaran mühendisleri ‘siz benim kim olduğumu biliyor musunuz’ vari söylemleriyle susturmuş ama dünyanın en büyük nükleer kazasının da sebebi olarak gösterilmiş. Yüksek dozda radyasyon almakla kalmayıp, 10 yıl hapse mahkum edilmiş. 1995 yılında da ölmüş.

Bu kazanın sonucunda bir çoğumuzun bildiğinin aksine Çernobil Nükleer Güç Santrali 1986 yılında tamamen kapatılmamış. 2. reaktör 1991 yılında makine odasında çıkan yangına kadar çalışmış. 1. ve 3. reaktörler ise sırasıyla 1996 ve 2000 yıllarında Ukrayna Devlet Başkanı Leonid Kuçma’nın kararnamesiyle devredışı bırakılmış. Yani bu demek oluyor ki insanlar patlayan 4. reaktörün çok yakınlarında yaşamışlar ve çalışmışlar. 
Ancak yapım aşamasında olan 5. ve 6. reaktörlerin yapımı tamamen durdurulmuş.

 Çernobil gezisi sonrası kafamdaki bir iki soruyu sormak için radyasyon güvenliği dersini de aldığım profesör Alexander Prokopievich’e gittim. Sorularımı sorup cevaplarımı aldıktan sonra, dayanamayıp Çernobil’in 2000’li yıllara kadar çalıştığına ne kadar şaşırdığımı anlattım büyük bir heyecanla. ‘Ne var bunda şaşırılacak, ben de çalıştım’ cevabını aldım. Benim şaşkınlığıma o daha çok şaşırmıştı.



Nasıl olur da bir insan Çernobil’e gitmeye karar verir.

Uzunca bir süre Çernobil’e yakın bir arkadaşımla gitmeyi planladık. Ama Rusya-Ukrayna krizinden sonra direk uçuşların, trenlerin kalkması yüzünden planımız bi süre askıda kaldı. Rusya’da şehirler arasında sanırım hiç otobüs kullanmadığımdan, otobüsle gitmeyi düşünmedim bile. Sevgili Hande’yle yine plan yapıp bozduğumuz bir gün okulumun son senesi olduğunu hatırlayıp Mart sonu için Kiev tren biletimi aldım. Moskova-Kiev hattında hala direk uçuş yok. Sonrasında internet üzerinden turu ayarlamak kaldı.Ben turu SoloEast turdan satın aldım.
https://www.tourkiev.com ) 100 dolar karşılığında Kiev-Çernobil arası ulaşım,öğle yemeği dahil bir tur satın almış oluyorsunuz. Çernobil’e girmek için gerekli izinlerin alınabilmesi için turu en az bir hafta önceden almanız gerekiyor. Ben tur ücretinin yarısını internet üzerinden ödedikten sonra kalanını grivna (ukrayna para birimi) olarak tur günü buluşma yerinde günlük kurdan ödedim. Tur buluşma yeri çok merkezi hiç zorlanmadan bulunabilecek bir noktadadaydı.



Unutmadan 10 dolar karşılığında dozimetre kiralamak da mümkün. Benim gibi adım başı doz ölçümü yapmak gibi bir merakınız yoksa fazladan 10 dolar ödemenize gerek yok çünkü tur rehberi zaten ilginç noktalardaki ölçümleri kendisi yapacaktır. Yarılanma ömrü yüksek olan bazı maddelerin yapıştığı ve radyasyon seviyesinin çok çok yüksek olduğu noktalar var. Siz günlerce elinizde dozimetreyle dolaşsanız da bulamayacaksınızdır muhtemelen. Kiev’den çıkmadan ilk ölçümümü yapıyorum ve sonuç saatte 0.15 mikrosievert. Ortalama bir insanın yıllık aldığı miktarın 1 milisievert olduğunu düşünecek olursak, kabaca hesapla saatlik miktar 0.11 mikrosievert olarak hesaplanabilir. Bundan sonra yazacağım tüm doz değerleri mikrosievert/saat biriminde olacak.





 Kiev'den Çernobil’e yaklaşık iki saatlik bir yolumuz var. Şehirden uzaklaştıkça ormanlar çoğalıyor. Birkaç ölçüm daha yaparak görebileceğim minimum değeri görmek istiyorum ve değer 0.07'ye kadar düşüyor. Yol boyunca Çernobil’le ilgili birkaç belgesel izliyoruz. Patlamanın nasıl olduğu, sonrasında patlayan reaktörün üzerinin nasıl kapatıldığı ve geçtiğimiz yıllarda Fransızların önderliğinde tekrar reaktörün üzerinin neden ve nasıl kapatıldığı konularında. En sonunda içimizi rahatlatmak için bir günlük Çernobil turundan alınan radyasyon miktarıyla, bir okyanus aşırı uçuştan alınan miktarın karşılaştırılığı bir video izliyoruz. Tabii ki Çernobil gezimiz daha masum çıkıyor. Sonrasında bu gezi kurallarına uyacağımıza dair bir kağıt imzalatılıyor. 




 30 km kontrol noktasında ilk pasaport kontrolüne giriyoruz. Hediye alabileceğiniz tek yer orada, pasaport kontrolünün hemen öncesinde. Daha önce turu alırken vermiş olduğunuz bilgilerinizle pasaportlarınız kontrol ediliyor. Bu arada sekiz kişilik grupta tek Ukraynalı tur rehberi. İnsanlar sadece bu Afet turizmi için Avrupa'nın farklı ülkelerinden gelmiş.




ilk kontrol noktası



 Kontrol noktasında polis kontrolünden geçtikten sonra ilk durağımız olan Zalisya köyü tamamen terkedilmiş durumda. Otobüsten inince bizi üç tane köpek karşılıyor ve köye kadar bize eşlik ediyorlar. Binalar kullanılmamaktan yıkılmak üzere. Marketin, posta binasının ve kültür merkezinin içerisine girmemize izin veriyorlar..























 Köpekler tekrar otobüse kadar bize eşlik ediyorlar. Çernobilin girişinde doz ölçümü ve fotoğraf için duruyoruz. Kiev merkezinde yaptığımız ölçüm ile aynı sonucu alıyoruz. Kaza öncesi 13binden fazla kişinin yaşadığı şehirde şu an wikipediaya göre 1500 kişi yaşıyor. Bu insanlar bölgenin tasfiyesi için çalışıyorlar. Burada çalışan insanlar 15 günlük periyotlar halinde çalışabiliyorlar. 15 gün çalıştıktan sonra 15 gün bu bölgenin dışında yaşamaları gerekiyor.









 Ufak bir not: Ukrayna sınırlarında kalan tek Lenin heykeli de Çernobil’de.. 



 Kazanın 25.yılı anısına bir kompleks inşa edilmiş. Kompleksin adını Türkçeye  ‘acı veren yıldız’ olarak çevirmek mümkün. Çernobil'in dönemin en gözde santrallerinden biri olduğunu düşünürsek böyle adlandırılmasına şaşırmamak lazım. Karşımıza çıkan ilk anıt kıyamet habercisi İsrafil’i çağrıştıran, boruya üfleyen melek anıtı. Anıtın arkasında metrelerce uzanan bir alana Çernobil’den etkilenen köylerin ve şehirlerin isimlerinin yazılı olduğu tabelalar yerleştirilmiş. Tabelaların renklerinin siyah olması, adı yazılan yerleşim bölgesinde yaşayan insanların başka bölgelerde yaşamak durumunda bırakıldığını, yani bölgenin tamamen boşaltıldığını gösteriyormuş.









 En başta tur fiyatına öğle yemeğinin de dahil olduğunu belirtmiştim. Öğle yemeğini yemek üzere küçük bir restorana gidiyoruz. Beklediğimden çok daha iyi bir öğünle karşılaşıyorum. Çorba, salata, tavuk, püre, ve içecek.. Otobüs ya da restoran dışında herhangi bir şey yemek ve içmek yasak. Yemekten sonra ikinci kez pasaport kontrolünden geçiyoruz.

 Sonrasında 4. reaktördeki radyasyon sızıntısını önlemek için kullanılan insansız robotların yakınına gidiyoruz. Birçoğu sadece bir kez kullanılmış. Dokunmak ve yakınına çok yaklaşmak da yasak. Üzerlerinde hala yüksek radyasyon barındırıyorlar.




 SSCB ülkelerinin en küçük şehirlerinde bile olan İkinci Dünya Savaşı anıtı burada daha da anlam taşıyor galiba.. Gerçekten de ‘kimse unutmadı.. hiç birşey unutulmadı..’  Ne yazık ki sönmeyen ateş bu anıtta sönmüş..






 Daha önce birçok yerde fotoğrafını gördüğümü hatırladığım o kreşe geliyoruz. Kreşin bahçesindeki bir ağacın önünde yaptığımız ölçümde 15.47 değerini görüyoruz. Bu gerçekten büyük bir değer. Binanın içerisine girdiğimde garip bir hüzün doluyor içime. Sınıfta hala yazı tahtası; odalarda hala minik yataklar, minik dolaplar... Yatakların, dolapların üzerinde oyuncak bebekler... Yerlere saçılmış kağıtlar... Boyası dökülmüş duvarlar.. Kırılmış pencereler... Kreşin bahçesinde minnacık bir kamyon... 













Üzeri ikinci kez kapatılmış 4. reaktörün önünde, kaza sonrası tasfiye çalışmalarında çalışanlar için de bir anıt yapılmış. Üzerinde ‘nükleer felaketten dünyayı koruyan kahramanlara..’  yazıyor. Patlamanın gerçekleştiği reaktöre en fazla bu kadar yaklaşabiliyoruz. Ve sadece buradan fotoğrafını çekmemize izin veriyorlar. Bu büyük facianın oluştuğu yere metrelerce mesafede değer 0.74.



 Şöyle bir söylenti duymuştum, doğruluğu konusunda emin değilim. Hala devam etmekte olan Afgan savaşı sırasında askerlere iki seçenek sunulmuş. Birincisi Afganistan’a gidip savaşta yıllar geçirmek, ikincisiyse Çernobil’deki tasfiye çalışmasında çok kısa süreli görev almak. Büyük bir kısmı ikinci seçeceği seçmiş. Tasfiye çalışmalarına yaklaşık olarak 600 binin üzerinde insan katılmış.





Sonraki durağımız Pripyat şehri, santrale sadece 2 km uzaklıkta. Aslında fotoğraflarını çokça gördüğümüz ve Çernobil sandığımız şehir işte tam burası. Pripyat, 1970 yılında Nükleer santral çalışanları ve aileleri için kurulmuş. 1986 yılındaysa yaşayanlara yanlarına sadece birkaç günlük ihtiyaçlarını almaları söylenerek boşaltılmış.. SSCB’nin gözde şehirlerinden biriyken bir anda hayalet  şehre dönmüş.. Bölgede çalışanlar var ama yaşamak hala yasak.. Zamanında şehrin ana caddesi olan yolda otobüs zorlukla ilerleyebiliyor. Yol delik deşik. 




Tur rehberinin yanında getirdiği fotoğraflarla eski yeni karşılaştırması yapıyoruz. Arada uçurumlar var... Zamanının lüks binaları, park, restoran, market, kültür merkezi...

park


kültür merkezi


otel



nehir limanı





Bu turda en merak ettiğim noktaya geliyoruz sonunda... Lunapark... Evet bu lunapark da Çernobil’de değil Pripyat’te. 1986 yılının 1 mayıs günü yani Bahar ve İşçi Bayramında açılışı yapılması planlanmış. Ne yazık ki hiç açılamamış.  








Dönme dolabın kabinlerinden birinin alt bölgesinde, küçücük bir alanda doz miktarının 43.76 olduğunu gösteriyor rehberimiz.  Onun gösterdiği yerin 5 cm yakınında bile doz miktarı bu seviyeden çok çok daha küçük değerler alıyor. Yarım metre ilerisinde ise doz miktarı tüm Pripyat’le neredeyse aynı 0.73..

























Ağaçlık bir alanın içerisinden ilerliyoruz. Eskiden stat olan alan artık küçük çaplı bir orman..






 Yıkılmış binalardan bir tanesi okul. Yıkılmış duvarların, kırılmış camların arasından sıralar, sandalyeler, tahtalar gözüküyor.. Hala heryerde komünizm propagandaları duruyor. Bu arada şehir Sovyet döneminde kurulduğu için herhangi bir ibadet merkezi bulunmuyor.






okul



Vücudumuzdaki radyasyon seviyesinin normal değerlerde olduğunu kanıtlamamız gerekiyor. Dolap gibi bir dozölçerin içerisine girip temiz ışığının yanmasını bekliyoruz. Işık yandıktan sonra turnike açılıyor ve çıkabiliyoruz. Açılmazsa ne olacağı konusunda hiçbir fikrim yok. 

















Son durağımız Çernobil-2 radar istasyonu. Çernobil-2'yi devasa büyüklükte bir anten olarak da düşünebilirsiniz. Çernobil-2 seksenlerin ortasına kadar çok gizli tutulan, zamanının çok ötesinde bir tesismiş. 900-3000 kmlik mesafede yüksek uçan hedefleri takip etmek için kullanılmış. Sonuçta soğuk savaş dönemi ve Çernobil en önemli santrallerinden birisi. Güvenliğine önem veriyorlarmış. Çernobil-2 sadece sinyal almak için kullanılmış. İletim merkezi Çernobil-2'den 60 km uzaklıktaymış. Kaza sonrası bu tesis de işletim dışı bırakılmış.









Tekrar ve daha kapsamlı bir dozölçerin içinden geçmemiz isteniyor. O sırada otobüsümüz de bir sıvıyla dezenfekte ediliyor. Görünürde Çernobil’den temiz bir şekilde ayrılıyoruz.. Aklımdaysa Tarkovsky’nin Stalker filmi.. Çernobil bölge.. Orada çalışanlarsa iz sürücü..